Yaralı bir kalbi iyileştirmenin yolu neydi, bilmiyordu. Bu evde birlikte yaşamaya başlayalı neredeyse bir yıl olacaktı. İlk başlar da kolay olacağını sanmıştı. Birlikte metroya binmek, birlikte yemek yemek nasıl bir şeyse aynı evin içinde olmak da bunlar kadar basit bir şey olmalıydı.
Pencereden gözüne vuran ışık, mutfaktan gelen hazırlık sesleriyle birleşince yaşayacağı yeni bir günü daha olduğunu anlamıştı. Uzandığı yerden tavana baktı. Güneş ışığında parlaklığını yitirmiş yıldızlı yapıştırmalar olması gerektiği yerdeydi. On beş yıldır evin içinde değiştirmediği tek şey bu gökyüzüydü. Bu yapıştırmalar, kendini hayattan sıyırıp gökyüzüne bakmayan insanların kendini avutmasından farksız değildi. Onun için ise durum daha farklıydı. Çocukluk yıllarında gökyüzüne bakmaya korkardı. Korktuğu sonsuzluk muydu yoksa bilinmezlik miydi bilmiyordu. O yaşta bunları fark etmesine pek olanak da yoktu. Fakat bu bir önseziydi.
Mutfaktan gelen seslere ayak uydurmak için yatağından kalktı. Her gününü birlikte geçirdiği adama baktı. Hareketleri telaşlı bir o kadar da sakindi. Bir şeylere yetişmeye çalışır fakat ona ulaşmak istemez gibi. Yıllar geçmesine rağmen her adımı ona kutsal gelirdi. Her an yanındaydı ama sanki onu göremiyordu. O an aklından görünmez olup onu bütün gün izleyebilmek geçti. Aslında bu onun her zaman yaptığı şeydi. Fakat tek fark onun kendisini fark etmemesiydi.
Onu ilk gördüğü anı hatırladı. Kalabalığın içinde esir düşmüş gibiydi. O an, onu kurtarabilecek tek kişinin kendisi olduğunu anlamıştı. Hayat onları birbirine mecbur kılmıştı. Bu mecburiyet kendisi için hayatının bağıyken, onun için ne olduğunu hiçbir zaman öğrenememişti. Masumiyette suç yoktur. Masumiyet yargılanamazdı. Suç bilgiyle başlardı bu yüzden hayatını zorlaştıracak hiçbir bilgiye sahip olmak istemiyordu. Kendisini sevmese bu kadar vakit kalır mıydı yanında gibi iç rahatlatıcı sorularla kendi zırhını alıyordu.
Gözü beyazlamış saçlarına takılmıştı. Kendisi de var mıydı o beyazların hatırasında? Her gün öpüp kokladığı beyazlar da neyin acısı saklanıyordu? Bir acı bu kadar güzel olabilir miydi ki? Kendisini fark ettiği an, yüzünde hiç eksik etmediği o gülüşünü konduruvermişti. Ama hayır, bu yıllardır her zerresini hafızasına kazıdığı gülümseme değildi. Acısını hatırlatıyordu. Onu ilk gördüğü anda ki gülümsemesiydi bu. Anlamıştı. Başlamasına sebep olan şey, şimdi her şeyi bitirmek üzereydi.
Hayat damarını oluşturan bağ kopmak üzereyken bir insan kendini uçurumdan atılmış gibi hissederdi. Evet, böyle hissetmesi gerekiyordu. Bu anın geleceğini düşündüğü her an kalbinin vücuduna yaptığı baskıya dayanamıyordu. Fakat şuan kendini bir terazinin tam ortasındaymış gibi denge de hissediyordu. Sırtın da taşıdığı onlarca yükü getirmesi gerektiği yere bırakmış gibi hafifti. Uzun bir yolculuk sonu o yere ilk adımını atmış gibi... İkisinin birbirine sarılması, bir minnet gibiydi. "Benlik, benin gölgesinden başka bir şey değildir." Bir yer de okuduğu bu cümleyi anımsadı. Benliğinden kurtulup, benine ulaşmıştı. Artık bir gölgeye ihtiyacı yoktu. Bugün, bu evde yalnız uyuyacaktı. Biliyordu.
Pencereden gözüne vuran ışık, mutfaktan gelen hazırlık sesleriyle birleşince yaşayacağı yeni bir günü daha olduğunu anlamıştı. Uzandığı yerden tavana baktı. Güneş ışığında parlaklığını yitirmiş yıldızlı yapıştırmalar olması gerektiği yerdeydi. On beş yıldır evin içinde değiştirmediği tek şey bu gökyüzüydü. Bu yapıştırmalar, kendini hayattan sıyırıp gökyüzüne bakmayan insanların kendini avutmasından farksız değildi. Onun için ise durum daha farklıydı. Çocukluk yıllarında gökyüzüne bakmaya korkardı. Korktuğu sonsuzluk muydu yoksa bilinmezlik miydi bilmiyordu. O yaşta bunları fark etmesine pek olanak da yoktu. Fakat bu bir önseziydi.
Mutfaktan gelen seslere ayak uydurmak için yatağından kalktı. Her gününü birlikte geçirdiği adama baktı. Hareketleri telaşlı bir o kadar da sakindi. Bir şeylere yetişmeye çalışır fakat ona ulaşmak istemez gibi. Yıllar geçmesine rağmen her adımı ona kutsal gelirdi. Her an yanındaydı ama sanki onu göremiyordu. O an aklından görünmez olup onu bütün gün izleyebilmek geçti. Aslında bu onun her zaman yaptığı şeydi. Fakat tek fark onun kendisini fark etmemesiydi.
Onu ilk gördüğü anı hatırladı. Kalabalığın içinde esir düşmüş gibiydi. O an, onu kurtarabilecek tek kişinin kendisi olduğunu anlamıştı. Hayat onları birbirine mecbur kılmıştı. Bu mecburiyet kendisi için hayatının bağıyken, onun için ne olduğunu hiçbir zaman öğrenememişti. Masumiyette suç yoktur. Masumiyet yargılanamazdı. Suç bilgiyle başlardı bu yüzden hayatını zorlaştıracak hiçbir bilgiye sahip olmak istemiyordu. Kendisini sevmese bu kadar vakit kalır mıydı yanında gibi iç rahatlatıcı sorularla kendi zırhını alıyordu.
Gözü beyazlamış saçlarına takılmıştı. Kendisi de var mıydı o beyazların hatırasında? Her gün öpüp kokladığı beyazlar da neyin acısı saklanıyordu? Bir acı bu kadar güzel olabilir miydi ki? Kendisini fark ettiği an, yüzünde hiç eksik etmediği o gülüşünü konduruvermişti. Ama hayır, bu yıllardır her zerresini hafızasına kazıdığı gülümseme değildi. Acısını hatırlatıyordu. Onu ilk gördüğü anda ki gülümsemesiydi bu. Anlamıştı. Başlamasına sebep olan şey, şimdi her şeyi bitirmek üzereydi.
Hayat damarını oluşturan bağ kopmak üzereyken bir insan kendini uçurumdan atılmış gibi hissederdi. Evet, böyle hissetmesi gerekiyordu. Bu anın geleceğini düşündüğü her an kalbinin vücuduna yaptığı baskıya dayanamıyordu. Fakat şuan kendini bir terazinin tam ortasındaymış gibi denge de hissediyordu. Sırtın da taşıdığı onlarca yükü getirmesi gerektiği yere bırakmış gibi hafifti. Uzun bir yolculuk sonu o yere ilk adımını atmış gibi... İkisinin birbirine sarılması, bir minnet gibiydi. "Benlik, benin gölgesinden başka bir şey değildir." Bir yer de okuduğu bu cümleyi anımsadı. Benliğinden kurtulup, benine ulaşmıştı. Artık bir gölgeye ihtiyacı yoktu. Bugün, bu evde yalnız uyuyacaktı. Biliyordu.
Wrote by Unknown